Siftah

5/06/2018 tarihinde Alp tarafından yazıldı
Etiketler: bakkal, blog, sosyal medya

Bu bloga girişmeme iki temel itki sebep oldu. İlki hello vörld. Yani merhaba dünya, kanalıma hoş geldin. Yani bu:

public static void main(String[] args) {

    System.out.println("Merhaba dünya");

}

Hikaye olağan. Ortadirek ailenin Y kuşağına mensupluktan kelli bilgisayar eve küçük yaşta girdi. Yıllardır tuşluyorum bu mereti ve affedersiniz hısım akraba arasında hep söylenegelirdi “Alp bilgisayardan anlar” diye. Oysa anlamıyordum, genelde oyun oynuyordum. Ortaokul metalikacısı olduğum vakitlerde anneme arkadaşının “Oğlan bunu okusun, gelecek burada.” diye verdiği Memik Yanık’ın tuğla C++ kitabı yıllarca aynı masanın aynı köşesinde aynı el değmemişlikle durdu. Bir defa açıp da bakmadı neymiş diye, kafasız. Sonra liseler üniversiteler işler güçlerden geçildi, tesadüfler birbirini kovaladı ve hayat; yukarıdaki kod bloğunu bir metin editörüne yazıp, derleyip koşturmama ancak üç yıl evvel vesile olabildi. Hiç olmayabilirdi de; fakat iyi ki oldu. Bu tam teşekküllü program ekrana “Merhaba dünya” yazdırıyordu, tek işi buydu -çünkü ondan daha fazlasını istememiştik!-, işi bittiği gibi de süreci sonlandırıyordu, vurucu bir şarkının sözleri gibiydi, sesler değişiyor renkler değişiyordu, yutuptaki kır saçlı Amerikalı “Tebrikler, artık sen de bir programcısın!” diye tazyiği veriyordu, etme eyleme ağabey, yanaklar kızarıyordu…

Yıllardır tuşladığım şeyin aslında ne olduğunu yeminler olsun ki o dandik ve harikulade programı çalıştırdığım an anladım; dışarıdan görene yirmi altı, içeriden bakana altı yaşımdaydım. Anlamanın coşkusu, ne kadar da muhteşem bir his.

İkinci itkiyi Twitter kullanıcılığım süresince keşfettim: Beni bağlayacak, üzerinden yargılanabileceğim, kantarlara vurulabileceğim sözleri söylemenin bir aracına olan ihtiyaç. Fakat anlık haber takibi haricinde, derli toplu sözler söylemek için tivitır bok gibi bir mecra ve bu başka bir hikaye. İnsanlığın mutlaka ve mutlaka masaya ciddi biçimde yatıracağı ve genelgeçer ölçütler belirleyeceği “sağlıklı ve sorumlu sosyal medya kullanıcılığı”nın ve “sağlıklı ve sorumlu sosyal medya kullanıcısı” karakterinin üzerine düşünmeyi ve bu örnek karakteri yaratmaya çalışmayı çok anlamlı buluyorum; fakat bu da başka ve uzun bir hikaye, Bakkal’da (hehehe bakınız hemen “Bakkal” oluverdi, bohem şelalesi) bilahare tartışmaya çalışacağım. Dağıtmayayım.

Dağıtmayayım ama ağızdan sosyal medya bir defa çıktı, bu noktada bir dakika durup internet ve web dediğimiz, insanlığın göz alıcı tarihi boyunca ürettiği en muhteşem icatlardan bu ikisine dikkatinizi kısa süreliğine rica ediyorum. Ciddiyim. Bunu etraflıca anlatmadan bu dükkanın varlık sebebini açıklayamam. Bildirimler fırtınasında yaşadığımız için farkına varmamız fiilen imkansızlaşıyor; fakat yine de durup feysbuku, istekramı vb. tamamen unutup bir anlığına doksanlardaki o büyük patlamanın arifesine, 56K modemlerin hüküm sürdüğü evrene ve o evrenin tanrılarına dönelim: Bakınız… Bu blogu yazıyorum, yayımlıyorum ve internet denen deli kablolarına fiziki erişimi olup web’e de dahil olmuş herhangi bir insan bu yazıya dandik bir link aracılığıyla anında ulaşabiliyor! BU MUHTEŞEM BİR ŞEY DEĞİL Mİ? Buradaki ya da Merhaba Dünya programındaki sade ihtişamı -yeniden- keşfetmenin; insanlığın teknolojiyle kurduğu/kuracağı -ruhen ve bedenen- sağlıklı ilişkinin tesisi konusunda çok ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle Bakkal’ın mühendislik açısından hiçbir iddia taşımayan kaynak kodu tamamen özgürdür, veresiyedir. Bakkal’da sizi izleyen gugul analitiği ve benzeri bir sinsi ayak izi avcısı yoktur; sağında solunda gerilmeden gezebilir, “bilgisayar”a hem yabancılaşmamak (yani kendimizi gerçekleştirmemize yarayan değil, sömüren bir unsur olarak karşımızda dikilmemesi) hem de yabanileşmemek (yani new-age bir pre-dijitalcilik özlemine kapılmamak), ona tarihsel hakkını vermek, eğlenmek (bilgisayar kullanıcılığı çok eğlenceli bir şey, bunu da kendimce açmaya çalışacağım), muhteşem olanaklarından nasıl faydalanacağımızı kurgulamak üzere derin tefekkürlere dalabilirsiniz. Bunu çok isterim.

Ezcümle, siz zaten daha ilk satırdan fark etmişsinizdir, buranın bir olayı yok. Öğrenirken heyecan duyduğum şeyleri paylaşabileceğim, derli toplu ya da dağınık fikirlerimi toparlayabileceğim, bohem ihtiyacımın bir kısmını karşılayabileceğim, uçucu olmayan bir mecra. Eski ve güzel, bilindik bir blog denemesi.

Peki neden bakkal? Çünkü çeşidi bol, miktarı naif tutacağız; tutmaya çalışacağız. Bilgisayardan hâlâ anlamıyorum; ancak anlamaya çalışıyorum ve bu çok keyifli bir şey. Bu veletçe keyfi yaymaya çalışacağım. Bloga eşlik eden düşük yoğunluklu bir yutup kanalı da olacak. Fakat ne blogda ne de kanalda aman aman bir içerik trafiği olamayacak, hayat o kadarına izin vermiyor. Ürün yelpazesinin kalanına da keyfimin kâhyası karar verecek; siyaset, kent, müzik, sonra biraz o, biraz şu; fakat neticede hepinizi çaktırmadan hak yol Emacs dinine döndüreceğim, esas gizli ajanda bu! Oh be, blog varmış. : )

Ha, neden piştovlu? Çünkü sinekli değil. Çünkü Halide Edip kuşkusuz bizdendir; ama değildir de. Piştovlu Bakkal salt dükkanımız değil muhidimiz, mahallemizdir de; öyle olmaya çalışır, öyle olmasına çalışırız. Burada külahlı tipleri, tarihi ittirenleri, doğumları zorlayanları severiz.

Mümkün olduğunca sık görüşmek üzere.